AE2014 ikincisi "CAILUN" Yazan: Samet Zenginoğlu

Zirveye bir kala Samet Zenginoğlu (sametzenginoglu@gmail.com) beş sayfaya sığamayanlara cevap niteliğinde üç sayfalık bir öykü ile çıkıyor karşımıza. Tebrikler Samet Zenginoğlu, keşke zengin zamanımıza denk gelseydin.



CAILUN


Göğsündeki sımsıkı ateş topu, vücudunun buz kesilmesine neden oluyor, ne zamandır “heyecan” denilen bu insani duyguyu yaşamamış olduğunu fark ediyordu. 1,66 güneş yılına denk bir zamandır Lexsuz’daydı. Lexsuz: ünlü bilim adamı [bu ününü, bilimsel zeminden ziyade çalkantılı özel hayatı ve koloniler arası evliliğin savunuculuğu ile kazanmış olan] Profesör Gerard McLanch tarafından keşfedilen ve dört insan kolonisinin yaşamaya başladığı yeni hayat sahası. Lexsuz’a gelme nedeni, Northwine ve Xanipla’ya gitme nedenleri ile aynıydı: yağmur bombalarının bu yeni yaşam alanlarında “ehlileştirilmesi”. Bu tanımlamayı kendisi geliştirmişti. Asırlar öncesinden akıllarda ‘Soğuk Savaş’ olarak kalan dönemden 22. yüzyılın başlarına kadar yağmur bombaları, sel felaketlerine sebep olma başta olmak üzere saldırı amacıyla kullanılmıştı. 22. yüzyılın başlangıcındaki kuraklık felaketinin ardından, bu bombalar ‘derde derman’ olarak telakki edilmişti. Başlangıçta, bir dizi başarısızlık ve bölgesel seller yaşanmış olsa da, Prof. McLanch bu deneme-yanılmalardan elde ettiği sonuçlarla bombaları ehlileştirmeyi başarmıştı. Hektar başına düşebilecek olan metreküp miktarını hesap ediyor ve bombaların bu şekilde planlanmasını/güdülenmesini sağlıyordu. Northwine, Xaniple ve Lexsuz için ise farklı bir yöntem geliştirmişti. Bombalar yüksek korunaklı belli bir alan içerisinde patlatılıyor ve bu sayede su depoları inşa edilmiş oluyordu. Nihayet, Lexsuz’daki bu görevini de başarıyla tamamlamıştı.

Lakin bu başarıların hiçbirisi içindeki tarifi imkânsız coşkunun sebebini oluşturmuyordu. Zira Dünya’ya dönüşünde içeriğini henüz bilmediği çok önemli bir toplantıya davetliydi. Dünya üzerindeki bir buçuk milyar kişi arasından tarihe tanıklık edecek on bir kişiden birisi olacaktı. Gerçi kendisi hariç diğer on kişinin kimlerden müteşekkil olacağını bilmiyordu. Zira bu davette gerçekleşecek olan, Dünya’daki siyasi liderlerin şiddetle karşı çıktığı ve yaşam bulmaması adına her türlü hamleyi gerçekleştirmekten çekinmediği bir hadise idi. Bu nedenden dolayıdır ki, daveti rüyasındayken almıştı. Görevini yerine getirmesinin ardından faniliği tadan mikro unsurlardan biri, Prof. McLanch’ın rüyasına girmiş ve şunları söylemişti: “Ben 1982/87.11/. Yunt dönemine adım atmamızın ikinci evre başlangıcında Scumaka bölgesine intikal ediniz. Bireysel şifreniz (…). ” Scumaka bölgesi, eski Çin coğrafyasının bulunduğu alana tekabül ediyordu. Bir bağlantı olması gerektiğini biliyordu. Ama ne?

Lexsuz’dan ayrılma vakti gelmişti. Anons sesini duydu:

“2056/15-VI no’lu toplu iletim aracına hoş geldiniz. Vasati 33,4 cihan dakikasının ardından istediğiniz birime ulaştırılmış olacaksanız. Lütfen beyaz hapınızı ivedilikle içiniz.”

Beyaz hapı içti. Gözleri ağır ağır kapandı. Gözlerini açtığında evindeydi: Mauritius. Geçmiş ve gelecek dünyanın en narin ve naif toprağı. Büyük büyük babalarının buraya nasıl geldiğine dair en küçük bir fikri yoktu. Acaba onları Dodo’lar mı getirmişti? Bu tür mitlere çocukluğunda bile inanmıyordu. “Bir şekilde birileri Batı denen yerden buraya gelmeden daha önce burada yaşam var olmuşsa ve bu yaşam emareleri bugünkü bütün bilişim alanındaki ilerlemelere rağmen çözülememişse, bu bize başka bir emareyi gösteriyor olabilir” cümlesini bu yüzden o yaşından itibaren kullanıyordu. Bu bakış açısı, ona Northwine’ı keşfetme yolunu açmıştı. Gerçi, artık sonsuza kadar o gezegen, kendi ismiyle değil, eski eşinin ismiyle anılacaktı ama olsundu. Northwine’daki o güzelliğin, evliliğinin temellerine dinamit döşemesini engelleyememişti.

Mairitus’a gelmesinin ardından iki günlük besin ihtiyacını karşılayacak yeni nesil tabletlerden attı ağzına. Scumaka’ya iki iletim aracı vasıtası ile gidecekti. Zira burası, büyük hükümranlık tarafından non-area kapsamına alınmıştı. Yani önce en yakın iletim merkezine gitmesi, ardından da bir hava taksisi kullanması gerekiyordu. Profesör bu yöntemi takip etti.

Scumaka’nın girişinde onu iki robot karşıladı. Birinin baş kısmında bir ekran görünüyordu. PW yazılı yere doğru elini uzattı. Rüyasında gördüğü mikro unsurdan duyduğu şifreyi yazdı: 1982/87.11/. Diğer robot, ani bir hareketle gözlerine bir sprey sıktı. Göremiyordu… “Bu-durum-geçici-bir-görme-kaybına-neden-olacaktır-lütfen-3125-salise-bekleyiniz.”

McLanch bu iki refakatçinin eşliğinde soğuk bir odaya girdiğini fark etti. Yavaş yavaş bulunduğu alanı görmeye başladı. Gözlerini ovuşturdu. Bu hareketi yapan, on’a yakın kişinin olduğu fark etti. Her birinin dünyanın çok farklı coğrafyalarından geldikleri, ten renklerinden, gözlerinden ve yüz hatlarından belli idi. Odadaki hiç kimse birbiri ile doğrudan göz temasında bulunmuyor, lakin her biri bir diğerini kaçamak bakışlarla inceliyordu. Büyük olasılıkla hepsinin aklındaki soru aynı idi: “burada ne işim var?” Derken karşılarında bir hologram belirdi:

“Değerli bilim insanları; öncelikle davetimize iştirak ettiğiniz için sizlere teşekkür borçluyuz. Bugün, yaklaşık beş asrın ardından tarihi bir olaya tanıklık etmek için buradasınız.” McLanch da dâhil olmak üzere, artık davetlilerin aklındaki yeni soru; “bu ne anlama geliyor?” oldu.

“Biliyorsunuz, bundan asırlarca evvel, dünyada bakir alan kalmadı. Hatta oksijen yetersizliği sebebiyle bir asır içerisinde milyonlarca kişi yaşamını yitirdi. Zira oksijen kaynaklarımızı kendimiz tüketmiştik. Bu, bir başka açıdan o dönemde yer alan bir takım unsurların hammaddelerinin tükenmesi anlamına gelmişti, her ne kadar daha sonra yeniden-inşa süreci başlamış olsa da. Sadede gelmek istiyorum: ‘kâğıt’ diye bir şey duymuş muydunuz?”

Herkes birbirine bakıyordu. Bazıları ceplerindeki mikro–tabletleri çıkarıp arama yapmaya bile başlamıştı. “Aradan geçen bu kadar zamanın ardından bu konu hakkında herhangi bilgiye ulaşacağınızı düşünmüyorum” diyerek kâğıdın tarihçesini ve işlevini anlatmaya başladı. Geliştirdikleri yeni yöntemle onu nasıl üreteceklerinden bahsetti. Fakat bu yöntemin detayları hakkında bilgi vermedi. “Çünkü” diyordu, “ömrünüzün uzunluğu bizim için önemli.”

McLanch bu cümle karşısında kendini daha fazla tutamadı: “ne demek istiyorsunuz?”

Bu sorunun ardından diğer davetliler başlarını birkaç kez öne doğru hafifçe eğip kaldırarak, soruyu teyit ettiklerini belirtiyorlardı.

“Şunu demek istiyorum; son yedi asırdır içerisinde bulunduğumuz elektronikleştirilmiş, yapaylaştırılmış dünya, istediği bilgileri paylaşma, istemediği ve tehdit olarak gördüğü bilgileri yok etmek üzerine kurgulanmıştır. Bugün gerçek anlamda, sizden harici bellekleriniz her bir salise yok olma ihtimaline sahiptir. Çünkü hükümran sistem bunu yapabilecek imkân ve kabiliyete sahiptir. Bu genel çerçeve dâhilinde, birazdan şahit olacağınız gelişmeyi görmek ve bilmek ömrünüzü kısaltabilecek bir risktir. Bu bilgi, ifade ettiğim sistemi yıkabilecek bir güçtür zira. Şimdi lütfen aşağıda yer alan kutucuktan çıkan kâğıtları elinize alın.”

Davetliler halen neyle karşılaşacakları noktasında net bir fikir sahibi değillerdi. Mütereddittiler. Kutucuğun kapağı açıldı. McLanch’a refakat eden robotlardan biri orada duran kâğıtları alıp, birer birer dağıtmaya başladı. İlk başta kâğıtların hepsi teker teker yere düştü. Dokunma hissizliği yaşıyorlardı. Ömürleri boyunca ekranlardan ve haplardan başka hiçbir yere eli değmemiş olan bir insan için bu garip bir duyguydu. Fakat bu anlamsız hazzı yaşamak istiyorlardı. Eğilip kâğıtları alıyorlar ve gülümsüyorlardı. Parmaklarını ellerindeki kâğıtların üzerinde gezdiriyor ve karın boşluklarının yanmaya başladığı hissediyorlardı. McLanch, anı yaşıyordu. Elinde tuttuğu nesnenin ne olduğuyla ilgilenmiyordu. Onun bünyesinde ve zihninde yaşattığı etkiyi anlamlandırmak istiyordu.

“Şimdi sizden son bir isteğim var.” Her biri yeniden holograma dikkat kesildi. “İletişim cihazlarınızda yer alan kodlamaları, yani harfleri yanınızda duran kalemlerle birlikte bu kâğıtlara yazmaya çalışın.”

Bu kalemin, dokunmadan farklı olarak, daha zor hareket ettiğini fark etmeleri güç olmadı. “Adınızı yazıp, bu kâğıtları ceplerinize koyun.” Direktifi güçlükle uyguladılar.

“Evet, Yeni Dünyanın eski insanları… Bu kağıt ve bu kağıda yazdıklarınız hakkında mega–watcher dahil olmak üzere kimin ya da neyin haberi var? Hiç kimsenin yok! Hiçbir unsurun yok! Dolayısıyla bugün burada sistemin ilk dişlisini kırmış bulunuyoruz.”

McLanch yine sabırsızdı. “Peki, dişliyi yerinden sökmek mümkün mü gerçekten? Buna inanıyor musunuz?”

“Denemeden bilemezsiniz Sayın Profesör. Unutmayın, siz kendinize inanmıyorsunuz. Siz, size söyletilene inanıyorsunuz. Deneyin! Yok olmayacak, kontrol altına alınamayacak, silme tuşunun etkisiz kalacağı ve kendinizin tasavvur ettiği bir Dünyaya inanın! Ve bu Dünyayı “siz” yazın, siz değerli bilim insanları, sizler yazın ve haykırın: Bu Dünya bizim! Zira paylaşacağınız her bir sayfa bu Dünyanın aynı zamanda sizin de olduğunun yegâne garantisidir!”

***


“O gün, galaksi üzerindeki ‘gerçek’ yaşam alanını buldum.”
McLanch.

Yorumlar